Şu yazıya comment yazacaktım, çok uzun oldu, konu dağıldı. Bloga taştım:

http://aslicin.blogspot.com/2009/09/siz-siz-olun-yunus-gosterilerine.html


http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=12196335

Yunusların bu şekilde yakalandıklarını ve böyle acılar çektiklerini hiç tahmin etmemiştim. Salak mıydım?! Bunu nasıl düşünememiştim! Nasıl o havuzlarda mutlu olabilirlerdi ve ben nasıl onlarla yüzmeyi hayal edebilirdim. Gerizekalılık!!! İyi ki okumuşum Aslı'nın Günlüğü'ne yazdığı bu yazıyı... Böyle aptallıklarım arada oluyor, eve ördek alıp bir gün sonra üzülüp geri vermek ve fillerle gezmek istemek gibi..

Savaş Karakaş'ın verdiği bu röportaj, sonra onunla ilgili başka bir anıyı getirdi aklıma:

Geçen Kasım'daki tatilim sırasında çok tatlı bir bayanla tanıştım. Kendisi çocuk kitapları yazarı ve aynı zamanda o kitapların illustrasyonlarını yapıyor (Elizabeth Stanley). Seneler önce bizim sokaklarda dansettirilen ayıları duyup taa Avustralya'dan gelmiş, İstanbul'da artık bulunmadıklarını Bursa'ya rehabilitasyona alındıklarını duyup yol iz bilmeden yaşlı annesi ve bebek kızıyla araba kullanarak Bursa'ya ayıları gözlemlemeye gitmiş. (Başlı başına aktarılması gereken bir macera, öyle detaylar var ki..)

Ülkesine döndüğünde bu ayılar hakkında da harika bir çocuk kitabı yazmış Elizabeth, kitap umut ve özgürlük adına verilen savaş ile ilgili. Avustralya'da ödül almış bir kitap ve çocuklara öğretilmesi gereken ama hep atlanan bu evrensel değerleri içeriyor.

İşte gezi sırasında bu tatlı bayan bana Türk bir beyin kitabını filme-belgesele çekmek için onunla iletişime geçtiğini söyledi (ya da kitabı Türkçe bastırmak istiyordu, karıştırıyor olabilirim), ismi de Savaş Karakaş dedi. Gelibolu belgesellerini de duymuştum. Çok sevindim. Taa Avustralya'da çıkmış bu kitabı bulup, yazarına "Bunu mutlaka Türk çocuklarına da okutmalıyız" diyordu Savaş Karakaş. Birileri gerçekten bunu önemsiyordu ülkemizde... Birileri birşeyleri önemsiyordu.

Şimdi gösteri yunuslarıyla ilgili böyle net ve bilgilendirici bir röportajın altında da onun ismini görünce bu kısa anektodu sizlerle paylaşmak istedim. Umarım bir projenin gizliliğine engel olmamışımdır?!?

Kitabın minik bir önsözü var ve şöyle:
"The Deliverance of Dancing Bears is a contemporary fable about a dancing bear, whose dreams of freedom keep her spirit alive despite the pain and degration of her existence. Into this setting comes a noble-minded peasent who liberates the bear and reminds onlookers that the dignity of all living creatures must be respected.

This is a book for young philosophers emerging awareness of the complexity of life is leading them to consider some of its great universals: good and evil, power and impotence, freedom and captivity. The story begins with the power of hope and ends with the challange of liberation."

Yorucu ve duygusal olarak yüklü bir günü de bu konuyla kapatalım. Önemli şeyler oldu hayatımda ama şimdi bahsetmenin zamanı değil. Henüz...
Sevgili okuyucu,

İşte üşenmeyip gelinlik yazısının devamını yazacağım o an geldi! Özellikle de Özgür Anne için... Ancak Cuma'nın çekiciliğine kapılıp evde bir kadeh şarapı lüpletmiş bulunuyorum. O yüzden başı sonu toplayabilirsek ne ala!

Demin de Nil Karaibrahimgil'in twitter'ında günde bir büyük kadeh şarap içen kadınların meme kanseri oranını 5'te 1 artırdıklarını öğrendim. Kadının twitter'ına hepimiz adına saydırdım, hiç merak etmeyin!!! (twitter'da sen istediğin kadar saydır, gören olmuyor)

Dün akşam 3. provam vardı. Bayram öncesi yaptığımız 2. prova tam 2 saat sürmüştü. Neden o kadar uzun sürdü bilmiyorum!!! Yani yukarıdan aşağıda her bir detayı sordum, insan evladı gibi. Zaten gözümde canlandırmakta zorlanıyorum. O da iğneleyip, fotodaki modele bakıp falan üzerimde oluşturdu sağolsun. O = Süper sabırlı, genç ve hoşsohbet gelinlikçim. Daha ben bu insanın sabrının taşma sınırlarını uzaktan da olsa göremedim. Öyle uçsuz bucaksız. Hani yorgunluk, püfürdeme, onu da denemeyelim, ters bir bakış, duraklama... Hiç biri yok!!! Zorladığımdan da değil ama, soru soruyorum netekim mühendis insanız. Sormadan durulmuyor. (Nasıl da bağlarım)

(Pek anlaşılmıyor ama bel ve biraz aşağısı oturuyor. Arkada ufak açılan kuyruk gibi bişey var. Askılar tülden ama şekli daha düzgün yaptık son provada)

2. provanın sonunda ben hala "Bu etek nasıl olacak tam emin olamadım" derken, sevgili görümcem yerlerde uzanıyordu yorgunluktan. Ki kendisi genç, enerjik ve moda denen canavarın gözünün içine bakıp da oradan sağ kurtulabilmiş biridir.

Bir konuyu sonuçlandırana kadar durmaksızın çözüm araştırabileceğimi gören gelinlikçim, dünkü provayı kısa tuttu. Kalıbı tamamlamıştı. Bunun üzerine tülleri, süslemesini falan koymadan önce, onay aldı benden. Tülleri ve benim için işledikleri aplikleri iğneledik yine üzerimde. Bir sonraki prova için de üst kısmı bitirmeyi hedeflediğini, eteğe birlikte onu görerek karar vermemizin daha hoş olacağını söyledi. Bana uygun olan da buydu, görebilmek...

(Tül, drapeler şeklinde gövdeyi sarıyor. Üzerine gümüş işlemeleri olan dantel parçaları aplik yapılacak. Benim için işlenen danteller bunlar değil ama buna benziyor...Göğüs çizgisi daha derli toplu oldu son prova itibariyle.)

Evet gelinlik diktirmek zormuş. Hazır bir modelin vereceği güven hissine ihtiyaç duydum arada. Sizinle 2. provada çektiğimiz sırttan ve önden görünümleri paylaşıyorum. Ama 3. provadaki hali bundan kat be kat güzeldi. Ayrıca koca bir top tül üzerimde iğnelendiği için fotoğraflarda çok fazla karmaşa var ama, bir fikir vereceğini düşünüyorum. Kumaşı ekru seçtik. Tülleri kırık beyaz. Çünkü tamamiyle ekru, bir noktada özellikle de loş fotoğraflarda sarı gibi görünüyor. Benim istemediğim de vintage gibi görünen, sarı ağırlıklı bir gelinlikti. Ekrunun üzerine kırık beyaz yani inci beyazı tül yapınca, ikisinin ortası bir renk oldu. İğrenç cep telefonu fotoğraf makinası tabii ki bunu yakalayamadı. Muhtemelen optik beyaz bir görüntü vardır yüklediğim fotolarda. Danteller beyaz ve gümüş rengi işlenecek, böylece işlemenin olduğu yerler karanlıkta bile pırıldayacak (yihu). Sarımsı danteller yine Osmanlı tarzı bir hava veriyordu, eledim.

Hepinize iyi haftasonları diliyorum! Melekler Korusun'u izleyinnn! (Tüm evinden uzakta okumaya çalışan kızlara ve annelerine adanmış çünkü...Ya da böyle birşeydi işte.)

Mudanya'da annemlerin yanındaydım.

Kardeşimin askerliğini bitirmesi de başka bir neşe kaynağıydı evimiz için. Tekrar birarada olmak. Süper bişey.

Baklavanın dibine vurdum. Hiç yapacağım iş değildir. Gelinliğe sığma stresi, baklavaları daha bir çekici yaptı gözümde. Favorim; acımadan yazıyorum, Hacıbey.

Gözlüğümün sapını kırdım. Lense zorunlu geçiş yaptım.

Babannemin ne kadar yaşlandığını idrak edemediğimi farkettim. Gözümde hala çocukluğumdaki kadınmış gibi. Unutkanlığından bahsedenlere sinirleniyorum. Öyle birşey yok, bana göre. Anlayamadım neden.

2 gece boyunca kardeşimin eski desktop bilgisayarını ayağa kaldırmak için uğraştım. Gündüz bayram ziyareti, gece çöktüm kasanın tepesine.

Hayatımın en keyifli dumur anlarından birini yaşadım: Gecenin 1.30'unda "Bu hard diskte mi problem var anlayamıyorum ki... Keşke yedek bir hard disk olsaydı şimdi, test ederdim" diye yüksek sesle söylenirken,o saatte annem bir kenardan bana 10 gb'lik taş gibi hard diski çıkarıverdi!!! "Eski bilgisayarını atarken belki özel bilgilerin başkalarının eline geçer diye saklamıştım" şeklinde bir açıklama yaparak dumurumu katmerledi. Yanaklarını hömdüm de ne hömdüm.

O hard diski bulma anımız da evlere şenlikti: Elinde floppy disk drive, balkondaki zuladan çıkarmış, "bu mu?" diyor. "Yoook" diyorum. 52x cd okuyucu, "bu mu?" diyor. "Aaa du bakayım, tüh bu da değilmiş" diyorum. Sonra bir cd okuyucu + yazıcı daha veriyor, "Anne bunların hepsini sakladın mı???" diyorum. "Valla hangisi hard disk bilemedim, hepsini sakladım" diyor!!!

Annemin aldığı yesyeni cicilerime baktım. Yeni düdüklü tencerem ve blenderımla, mutfağı kelimenin tam anlamıyla savaş alanına çevirmeye hazırım!!!

Doğumunu bile bildiğim bir akrabamızın oğlunu, yıllar sonra ilk kez gördüm. Boyuna posuna tipine inanamadım. Üniversiteye kayıt yaptırmış, çok tatlı bir delikanlı olmuş. Hala kendimi neden bir gıdım dahi büyümüş hissetmediğimi anlayamıyorum!!! Annemler bana, eşimin ailesinin ona yaptığı gibi bebek muamelesi de çekmiyorlar ki...

Son cümleyi tekrar okuyunuz. Ve bunun üzerine yazılacak paragrafı kendi kafanızda oluşturunuz.

Bayramın ilk günü muhtemelen üçgenin verdiği tansiyon + yine gidiyor bu adam bir rahatça başbaşa kalamadık hasret gideremedik bari şiddetli tartışarak temas edelim çıkışımın stresiyle ağzımda nahoş bir tat bıraktı.

Babannem yine bana harçlık verdi. Hayret ve itiraz ediyorum ama öyle tatlı bir koruma hissi oluşturuyor ki bu bende, bir noktada yan cebime atıyorum.

Dönüşte feribotta zilyon tane çocuk vardı. Her boyundan. Bebekler ağırlıklı. Algıda mı seçicilik oluştu, doğum oranları mı arttı; bunu düşünürken uyuyakalmışım. Toplu çocuk çığlığı ile uyandım. Algıda seçicilik oluşması durumu hafiften beni yusuflattı. Vücut saatim bir süreliğine ileri gitmese iyi olurdu.

Babam çok yakışıklı. Kusura bakmayın ama en yakışıklısı benimki.

Feribotta arkamda dikilen adamın dediği gibi; bir tatilin daha sonuna geldik. Bir gün daha bitti. Yarın iş var.

Umarım hepiniz çok çok güzel bayramlar geçirmişsinizdir. Geçmiş bayramınız kutlu olsun!
Bütün gün gelinlik düşündüm. Dün 2. provam vardı. Bir sürü detay konuşmak, sormak, anlamak veya istemek durumunda kaldım. Hala %100 tatmin olmadım. Şu saatte kalk gidelim deseniz, elimde bir kutu atıştırmalık ile yine gelinlikçinin kapısını çalabilirim. Bir bridezilla'ya dönüşeceğimi kim tahmin ederdi ki?!

Bu aralar gelinlik konumun bayağı reyting aldığının farkındayım eheh. Bekleyin okuyucular, size istediğiniz detayı vereceğim. Ancak şu an, bir gram daha gelinlik düşünecek durumum kalmadı. Bütün gün düşündüm diyorum ya, şaka mı bu...

Oturdum, BBC Prime'da Model Gardens izliyorum. Zihnimi bu kadar konudan-gündemden uzaklaştıracak bir program bulabildiğim için evde sevinç göbeği attım. Hastayım bu programa. Hastayım bu kanala! Uykum yoksa uykuya geçmemi, kafam çerçöp ile doluysa bir süreliğine unutmamı, haberlerden nefret ettiysem kendimi sanki uzayda başka mutlu ve ideal bir gezegendeymişim gibi hissetmemi sağlıyor. Keyiften çatlıycam şimdi.

A-ha! Weakest Link de başlıyor. Anaa, 95,5 yaşında bir amca yarışıyor. Süper laflar edicek Anne (Robinson) , ben kaçar.
Sevgili Poppy Jane,

Sen şimdi muhtemelen derin uykunun bir yerlerindesin. Fethiye'de mışıl mışıl. Seni tanımadan ne de çok sevdim, bilesin. Bu turdaki minik çiçeğimiz oldun.

İsmin en sevdiğim çiçeğin adı zaten. O bakımdan eşim yani sizin rehberiniz bana senden bahsedince ilk, hemen kanım ısındı. 2.5 yaşında olup ailenle geziyor olman ne kadar eğlenceli! Ülkemizi bir daha hiç göremeyeceğin bir gözle geziyor olman: Duydum ki Nevşehir'de herkesin eğilerek sürünerek geçtiği yeraltı şehirlerindeki tünellerden sen rahatlıkla yürüyerek geçebilmiş, üzerine de "Vay be, tam da bana göre yapmışlar" yorumunu getirmişsin.

Buralar çok fenaydı siz gezerken. Küçücük çocuklar sulara kapıldılar, başlarına hiç duymanı istemeyeceğim şeyler geldi. Zaten sular gelmeden önce de bu ülkede hayat çocuklar için çok zordu. Biz büyükler bütün bunlara bir şekilde sebep olduğumuzu hissedip, derin acılar çektik; engelleyemediğimiz, yardım edemediğimiz ya da sorumlularını cezalandıramadığımız için. Sana bunları anlatırken dahi sinirimden başım ağrıyor.

Daha fazla konuşup uykunu kaçırmak istemem. Senin umarsız neşen, bütün bunlar olup biterken bambaşka bir dünyadan hayatımıza sızan bir ışık gibiydi, sanki fantastik bi kitaptaki bir karakterin varlığı gibi... Taşa takılıp düşecekken "Ay gördünüz mü, neredeyse düşüyordum" diye gülmen, eşimi uzaktan görünce yanına koşturup "Selam Turk" demen ya da benimle telefonda konuşmaya utanıp kaçman anlatıp anlatıp bitiremediğimiz ayrıntılardan.

Dileğim odur ki; bu mutluluğun, merakın ve keyfin hiç bitmesin. Hayat boyu böyle gez, gör ve öğren, tadını çıkar. Umarım bir gün bir yerlerde (yine) karşılaşırız. Şarjım bitiyor şimdi, öperim gözlerinden. Have a safe trip, hun!
Lord GaneshaAmanın mimlendim :D Öykücü beni mimlemiş. Önce kendi mimlerimi yazayım. Yalnız bu insanların daha önceden mimlenip mimlenmediklerini, hatta mimlenmeleri umurlarında mı bilmiyorum. Ve hatta benimle onları mimlediğim için 300 yıl kadar dalga geçecek kişiler olabilir aralarında, ama bence ilginçler napim mimlendiler. Daha fazla mim kelimesi yazabileceğimi sanmıyorum bu paragrafta... Oh mim.

1. FreeSpirit. Tahminen çok havalı ve gerçekten ilginç şeyler yazacak ve beni "Allah kahretsin ben bunları neden düşünmedim" hissiyle başbaşa bırakacak.

2. A Tour Leader's Life. Eşimin 3 gün içinde hevesini alıp bıraktığı blogu. Ben çok seviyordum halbüki, faydalı ve ilginç bilgileri almaya da yeni başlamıştık. Ah bi de yazım hatalarına göz atıverse üşenmeyip.

3. Çömez Bahçeciler. Bu çift güzelim bir bahçeye sıfırdan başlayarak deneye yanıla hayat vermeye çalışıyorlar. Kimilerine göre de google'dan arayıp buldukları fotoları koyuyorlar bloglarına, bahçede öyle birşey yok :)

4. Anne ve Bebişi. 350bininci kez mimlenmişsindir canım. Ama sevgili arkadaşımın hamilelik ve doğum maceralarını izlemek çok ilginç oldu, hem de hepsi 2 günde! Hergün düzenli uğradığım blogun sahibisin.

5. Ailenizin Bilim İnsanları Mağaradan Bildiriyor. BUMAK tayfasının gezilerini kaydettikleri bir blog. İnşallah onları mimlediğimi görmezler, koca BUMAK'a rezil olurum vallahi. Ama burda hep iyi niyetten şey oluyor, istiyorum ki görülsün gözden kaçmasın bu güzel blog. Neyse, google indeksleyene kadar bu yazıyı, rahatım demektir. Sonrasına bakarız.

6. Happily Ever After. Nette gelinlik ararken denk geldim ve ne yalan söyliyim, gayet faydalandım. İlginç olan kısmı, azmi bence.

7. Hastalardan Öğrendiklerim. Vallahi bayıla bayıla okuyorum.

Bunlar da benle ilgili olan kısmı:

1. İhtiyaçtan yazan biriyim. Genellikle duygusal ihtiyaçtan, kendimi ifade etme ihtiyacından. Düzenli yazmakta sıkıntı çekmemin sebebi de budur. Düzenli yazmaya çalışırken ilk başta yavan yazılar çıkacaktır şeklindeki kabulümün sebebi de... Yazılarımın birşey aktarmaktan ziyade çok kişisel olmasının sebebi de.

2. Bana sorarsanız bu platformda şu ana kadar yazdığım en iyi yazılarım, göndermediklerim. İçerde, sadece tek başlıkla kendini ifade eden ya da kilometrelerce uzamış, bir sürü yazı birikti. Gönderemiyorum. Dediğim gibi ihtiyaçtan yazıldıklarından, o an benim bencilce kendimi ifade etme hedefime yönelik oluyorlar. Sonra birilerini kırabilirim diye göndermeye cesaret edemiyorum. Mahremiyetimle ilgili sınırımı nereye koyacağıma da henüz karar veremedim. Gönderdiğim yazılarda da çok ağır otosansür uyguluyorum halen. Buna rağmen yazdıklarım samimidir. Küfür etmeden düzgün konuşmaya çalışmak gibi benimkisi...

3. Evet ilk 2 madde hiç de ilginç olmadığından, elimdeki tüm silahları koyuyorum masaya:

Birisinin dikkatli ve konsantre olmuş bir şekilde masa başında bir iş yapması, yazı yazması ve düşünmesi özellikle, beni hipnotize eder. Nası diyim, köpekbalığını ters çevirirsiniz ve kıpırdayamaz ya, ben de oradan ayrılamam. Öyle keyif alırım ki bundan, annemin bana hamileyken çok fazla sınav kağıdı okuyup beni bu hormonlara fazlasıyla buladığını, o yüzden anne rahmindeki kadar mutlu olduğumu düşünmeye başladım son senelerde.

4. 30 yaşıma basmadan önce yapmak için kendime koyduğum hedefim (hayır evlenmek değildi :P) piyano öğrenmeye başlamak. Sadece başlamak yeterli, yani büyük bir hedef koymadım, neleri çalmak istediğim tabii ki var kafamda ancak şimdilik derslere başlayıp bir görmeyi düşünüyorum. Hani olur ya, belki de sevmem. (Ancak eşimin kesinlikle katıldığım "evimizde piyano olmalı" görüşünden sonra, öğrenmek için daha bir heveslenir oldum. Çünkü çocuğuna birkaç ninni veya şarkı çalabilen bir anne olmak isterim şahsen.) Azimliyim, kursa kayıt olsam bile, önümüzdeki Aralık ayından önce bunu yapmış olmam lazım! Aralık'ta anne olmuyorum da, 30 oluyorum :)

5. Çay bağımlısıyım(tein?). Sabah bir bardak çay içmezsem, algım kesinlikle açılmaz, baş ağrısından ölürüm. Bazen farketmeyip günü çaysız ortalıyorum, "yahu bende bugün bi salaklık, bi ayarsızlık var" diyorum. Sonra farkediyorum çay içmemişim.

6. En uçuk, saçma, düşünmekten ve anlatmaktan keyif aldığım hayalim: Bir fil sahibi olmak. Sahil kasabasında veya koyda veya köyde yaşamaya başladığımız günlerden bir gün,tercihen koy olsun evet, eşim bana bir fil alıyor. Hediye tabii ki. İşte mesela ben sabah fille evden çıkıyorum, tepesindeyim, öğlene kadar pazara varıyoruz. Yolda verdiğimiz zarar ziyan filan bunların hepsini resmedin artık. Sonra pazarda da bi güzel ortalığı patırtı kaplıyor. Ama olsun, ben herşeyi hallediyorum. Alışverişimi de yapıp sevgili filime biniyor, köyüme doğru yola çıkıyorum. Akşama doğru evime varıyorum. Yavaaaş yavaş. Aheste aheste... Evimde o yüzden (bereket, uğur konularıyla ilgisi yok) çok çeşitli fil nesneleri birikmeye başladı. Kardeşimin Hindistan'dan getirdiği Lord Ganesha figürlerinden tutun, eşimin antikacılardan topladığı minik aksesuarlara kadar. Çok güzel 2 tane Hindistan'dan gelme filli tşörtüm var. Birini Mısır'da Abu Simbel Tapınağı'nı gezerken giymiştim. Önünde fil önden, arkasında da arkadan görünüyor. Hangi memleketli olduğunu bilmediğim bir kadın beni çevirip, tşörtümün önüne de arkasına da bakmış ve bayıldığını söylemişti. Ve hatta eşim gönlümü, henüz flört ederken "Filler çok kadim hayvanlar" dediği için daha bir fethetmişti.

7. Üzgünüm, blog dünyasındaki normal kavramını henüz idrak edemedim. İlginç olarak yazdığım şeylerin ilginç olmadığının da farkındayım. İdare edeceksiniz bunlarla artık. Evet,ne yazsam. Haah tıbbi ilginçlik!!! Yaşlı başlı teyze olmadan anlatıp tıbbi ilginçliklerin tadını çıkarmak istiyorum şahsen: Bir gün bilgisayarda çok hızlı(!) birşeyler yazarken, bir yandan da sakız çiğnerken alt dudağımı yanlışlıkla ısırdım. Isırış o ısırış. Vampir oldum :P Neyse, oradaki mikroskobik tükürük bezi kanallarından birine zarar vermişim. Dudağımın içi, acıktığımda bir şişiyor yumru yapıyor, sonra yavaşça iniyordu. Çünkü tükürük oradan boşalamıyordu. Sonra hiç inmemeye başladı, yaklaşık 1 hafta sonra falan, orada gitgide sertleşen minik bir leblebi düşünün, bir beze oldu. Keyifle konuşamaz, yemek yiyemez ve gülemez oldum. Cildiyeci bazı gerzekler bunun düzelemeyeceğini söylediler. Annemin arkadaşı kulak burun boğazcı amca direk ameliyatla aldı. Bir daha tekrarlamadı. Çok tuhaf birşeydi.

Bu mim teknolojisinin kuralı nedir bilmiyorum ama, eksik birşey yapmadım umarım. Çok eğlenceliydi, teşekkür ederim Öykücü! Haydi fırtına başlasın! (Aman sel olmasın!!!)
Sabah kalktım, birkaç iş yapsam iyi olur aslında ev için vs dedim. Aman Allaahım, meğer yapılacak ne kadar çok şey varmış!!!

Önce Jotun'a uğradım, beleş keşif yapıyorlarmış, onu ayarladım. Yani eve gelip duvarların durumuna vs bakarak boya önerisinde bulunuyorlar, astar lazım mı falan söylüyorlar. Aslında bizim boyacı iyidir, bunu o da yapar. Ancak benim derdim, bana renk önermeleri. Halen kırmızı çalışma odası nasıl yapılır, bulamıyorum.

Sonra bizim boyacı amcayı aradım. Mırın kırın etti. Hani birkaç ay sonra hazır olurdunuz dedi. Ben de elimize biraz para geçti, hemen kapılara gömdük, siz de gelin size de gömelim, diyemedim tabi. 6'da gelicem dedi. Sanırım fiyat verecek. Sonra da bayramdan önce başlayacak (umarım).

Sonra yatakçıya uğradım. Yatak başını, bazayı ve yatak süngerini netleştirdim. Aslında bunları sevgilimle geçen hafta seçmiştik, ama fiyat ve kaplaması belli değildi. Şimdi unutmadan telefon edip siparişimi kesinleştirmem lazım.

Sonra kayınvalidemi aradım. Sevgilimin demesi, gelinliği onlar alacakmış. Ve ben geç kalma sınırındayım. Bir gelinlikçi var, pahalı. Ama nedense kadına da güvendim. Of ki ne of. Elif muhtemelen ilk kez buradan okuyacaksın ama, ben yengeden vazgeçmek üzereyim. Neden: Kuzenlerinde gördüğüm gelinlikler çok güzel, temiz dikilmiş vs ama nedense, dümdüz elbise gibiler. Yani, senin gelinliğini de hatırlıyorum Ebru'nunkini de, bende hep "vaaay çok güzel" hissi uyandırmışlardı. Ama neden şimdi fotolara bakınca çok söndü bu hissim anlayamıyorum Eliiif!!! Neyse sen takılmazsın kimde diktirdiğime. Merak etme, yengeye arayıp söylicem her bişey netleşince...

Hala modelde karar kılamadım. Şu blogu kaç kişi okuyor, pek azdır eminim ama. Okuyanlar fikirlerini beyan ederse çok hoş olur. Efendim, yüklediğim şu fotodaki askıları tülden olan modelle bunun straplesi arasında kaldım ben. Fotoğraftaki gibi sade değil de biraz daha pompiş bir etek, biraz da gövdesinde pırıltı düşünün.

Şimdi.. Bilen bilir, bende sırt desen kilometrelerce. Övüntü değil, plajda mütamediyen yüzücü müsünüz sorularına maruz kalırım. Sırtımı degajemi severim. Gene de bas bas göstermektense genelde parça parça göstermeyi severim :P O kadar büyük ki :PPP Neyse, bu görmüş olduğunuz gelinlikteki askılar acayip buğulu bir görüntü yaratıyor. Eh, bizim de Ekim sonu düğünmeyşın. Biraz kış temalarına dönmekte sakınca da olmaz. Ama gene de, acaba bu askılar yüzümün etrafında, gereksiz kalabalık bir görüntü oluşturur mu bilemedim.

Bu kararı vermem için son 2 gün. O yüzden yorum yazsanız ne tatlı olur. Belki aklıma gelmeyen birşey söylersiniz. Gene cumartesi günü başlayan yazım sürecimi bugün sonlandırdım. Artık kusuruma bakmayın..

İzleyiciler