Mutlu Cumalar

/
4 Comments
Blogumun çok önemli bir eksiği vardı uzun zamandır. Kafamda evirip çevirip de konumlandıramadığım. En sonunda zihnimden geçtiği gibi yayınlamaya karar verdim.

Bilen bilir, müzik hayatımın önemli bir parçasıdır. Fazla iyi bir dinleyici oldum yıllar yılı. Çalmak ve söylemek ise hep hayallerde kaldı. Şimdi sizinle işin bu kısmını paylaşacağım; gün içinde aklımdan müzik dinlerken geçen en saf düşünceyi: Keşke burasını çalabilseydim' i... Ya da keşke burasını söyleyen ben olsaydım'ı...

Muhtemelen bu konu yine benden başka kimsenin ilgisini çekmeyecektir ancak ben bunu öyle sık düşünüyorum ki; artık yazılması gerekiyordu.(Belki de artık gerçekten çalmayı denemem gerekiyor) Şarkılarla veya müzisyenle ilgili tek tük laflarız yanında da, eğlenceli olur.

Aslında çok iddialı bir şarkı seçebilirdim; ama gecenin sessizliğine bu uygun düştü. Tori Amos malumunuz, arı kraliçe. Kendisi birkaç sene önce ciddi bir kişilik bölünmesi yaşadı ve evdeki Anne Tori'yi evde bırakıp; içinden çıkan sanatçı, savaşçı, yaralı, tutkulu kadınları serbest bıraktı. Bu kadınlar ortalıkta farklı farklı peruklarla gezmeye başladılar, kıyafetleri uçuk kendileri cüretkardı. Sonra bu kadınlara nasıl başardıysa şarkılar söyletti, hatta bazılarıyla düet yaptı. Ortaya American Doll Posse albümü çıktı. Albüm tanıtım fotosunda Tori, Amerikalı bir banliyo kadını gibi giyinmiş asfaltın ortasında duruyordu, sağ elinde İncil tutarken sol elinde 'Shame' yazıyor ve bacağının iç kısmından kan sızıyordu.

Neyse fazla uzatmayalım, ablalar asileştikçe tepemize çıkarlar (iyi anlamda). Biz de bayıla bayıla dinleriz (belki aynı şarkıyı üstüste 8 defa?) Tori Amos da bu ablalardandır. Bir şarkısının ufacık en basit piyano solosunu bile çalamadığım halde, şarkılarını baştan sona çalabildiğimi hayal ederim.

Kaç yaz önceydi bilmiyorum. Olimpostaydım, yalnız tatil yapıyordum. Denizden dönüyordum yorgun ama inanılmaz mutlu. Kolumun altına sıkışmış bir havlu, ayaklarımı tozuta tozuta, Huckleberry Fin yürüyüşü hani... Kafamı kaldırdım, hani toprak yol biter de artık Türkmen'in oralarda mıcır başlar, dağların orada bir dönüşü vardır. Kafamı kaldırdım, dağlarla göz göze geldim, tam o sırada bu şarkı girdi kulaklıktan. Kulübemin yolunu falan nasıl buldum hatırlamıyorum, sanırım o andan sonrasını uçarak tamamladım..

"Beauty Of Speed"i sırf bu an ve girişinde piyano ile çalınan aksak melodi için seçtim; ve davuldan gelen sert vuruşlar. Ah o melodiyi çalabilmek için neler vermezdim. Ve aşağıda yapıştırdığım sözleri için. Tatilim bittiğinde koşa koşa İstanbul'a döndüm ilk kez. Sabah eve vardım, biraz uyukladım, öğlen evden çıktım ve gece Tori Amos'u festivalde bu şarkıyı söylerken canlı dinledim :)



"Smacked up side of the head
with the harsh of daylight
So simple last evening
The beauty of speed
Afraid we've been changin'
in a way I wasn't lovin'
Feel those colors changing
the beauty of speed
I'm comin' back for more
out of a black and white world
Past a shooting star
the beauty of speed
See the colors changing"

* Yazının başlığını sonradan değiştirdim. Umarım yarın hava şarkıma eşlik edecek güzellikte olur!



You may also like

4 yorum:

beste dedi ki...

umarim hava istedigin guzellikte olmustur. Yumurta boyama antik cagda baslamis paganik bir gelenk bu konuda ben ve lapis luzuli birseyler yazdi ilgini cekerse son postum bununla ilgili. Birde anne tarafi trakya'li mi? Sevgiler

Yazmak iyidir... dedi ki...

Selam Berna,
Bilgi için teşekkür ederim. Yazını da okudum, çok hoştu.
Annemlere çocukken evlerinde daha çok babannesi bakarmış, o da eski Bulgaristan göçmeni imiş. Ama anneannemler Manav'dı, Anadolu'nun yerli halkından yani. Şimdiki hedefim yumurta boyamayı annemin hangisinden gördüğünü öğrenmek olacak :)

Yazmak iyidir... dedi ki...

Öğrendim: Yumurta boyamayı anneannem yaparmış. Baharda pikniğe giderken kırmızı soğan kabuğu ile yumurtaları kaynatıp boyarlarmış.

beste dedi ki...

keyifli bir is devam ettirme lazim:))

İzleyiciler