Geçen yıl bu oyunu sevgili arkadaşım N. sayesinde Tiyatro Festivali'nde izleme şansı bulmuştum. kumbaracı50'nin tuhaf uzunlamasına sahnesinde, neredeyse sahnenin içerisindeki koltuklara yerleşince stresim artmıştı. Neden? Çünkü "In yer face" tarzı oyunlardan tırsıyorum. Hele ki seyirci ile interaktif dendi mi, işte orada duruyorum. Bu oyunu izlemeye de böyle bir beklenti içinde gitmiştim. Eh festivalde de her zaman böyle bir risk vardır. Ve oyunu izleyene kadar Italo Calvino'yu da tanımıyordum, Allahım ne büyük kayıpmış!

Kontun açılıştaki savaş sahneleri gerçekten çok etkileyiciydi. Sahneleme şekli yüzünden ilk şaşkınlığım geçtiğinde, savaş alanının korkunçluğu ve iğrençliği gerçekten içime işledi... Sahneleme şekli derken, gözünüzde canlanmasını isterim: Kontu oynayan oyuncu atının üzerinde repliklerini okurken ve örneğin alıcı kuşlardan bahsederken, yerlerde yatan ve üstüste yığılmış cesetleri anımsatan diğer oyuncular, hep bir ağızdan o kuşların ve sineklerin seslerini çıkarıyorlar... Çok iyi düşünülmüş ve uygulanmış bir performanstı...

Sonrası ise yani kontun yeğeni tarafından anlatılan kısımlar, öyle masalsıydı ki... Zaten anlatım bölümlerini Tomris İncer (mükemmel sesli insan) sahnenin köşesine koydukları yüksek bir koltuk üzerinde yapıyordu. O sesin bir çocuğun naifliğini ve öyküdeki masalsılığı nasıl verebildiğini tahmin edersiniz...

Tabii kontu oynayan oyuncuya da hayran kaldım. Tek vücutta iki kontu birden oynarken vücudunun diğer yarısını sahnede oradan oraya devamlı sürüklemesi ve yüzünün yarısı ile konuşması gerekti. Ayrıca figüran oyuncular da oyunun aslında sürükleyici ögeleriydi bence. Sahne geçişlerinde, şimdi ne yapacaklar diye düşünüp durdum..

Beni şaşırtan bir diğer şey ise, eve dönüp de oyunu eşime özetlemeye çalıştığımda bana bakıp "Sen Calvino oyunu mu izledin?" demesiydi. Meğer Italo Calvino'ya bayılırmış, evdeki 4-5 tane en güzel rafta konuşlanmış kitabını gösterince anımsadım ismini... Her gün gözüme takılan kitapları farketmemişim bile...Sonra çevremde de biraz soruşturunca, cehaletime şaştım kaldım: Italo Calvino'yu bilmeyen yok gibiydi...

Eğer bu sezon bir yerlerde rastlarsanız bu isimlere, kaçırmayın mutlaka izleyin derim. Tekrar izlemek için ben de araştırıyorum ama henüz rastlayamadım.

N.'ya özel not: "Hasssstalıkk kurakkklıkkkk"
Blog okuyucularımın hatırı sayılır bir miktarı, gelinlik meselesi ile bağlantılı olarak buraya göz atıyorlardı; bir dönem... Halen tek tük kelime aramaları sonucu gelinlik postlarımı okuyanlar mevcut. Eğer düğün detaylarımla da uğraşsaydım, onları da yazar muhtemelen onları da okunur hale getirebilirdim. Ama uğraşmadım :)

Gelinliğimin tüm detaylarını burada sorup anlattıktan sonra, bitmiş halini paylaşmadığım için bir çeşit kalleşlik yapmış gibi hissettim hep kendimi. Özellikle de Özgür Anne hiç üşenmeyip gelinlik ve kuaför fotoğraflarını maille bana göndermişken... Aslında o dönemler fotoğraflarını hazırlamıştım ancak iş paylaşmaya gelince, kendimi bir türlü rahat hissedemedim. Gelinlik kavramı halen çok mahrem ve özel bir şeydi benim için.

Ancak geçenlerde gelinliği bir dolaptan başka bir dolaba taşırken, yavaş da olsa meselenin tozlanıyor olduğunu ve mahremiyetin de esnediğini hissettim. Miço gelinliği olabilecek en çekici oyuncak gibi görüp içine dayanılmaz bir istekle atladığında, sinir bile yapmadım :P Hatta hazır içine girdin, dur bakalım deyip onu komik bir erkek gelin kedisi olarak fotoğraflamaya çalıştım ve tabii ki muvaffak olamadım...

Artık gizem perdesini aralamanın zamanı geldi herhalde. Sonuçta, bu da bir elbise, değil mi :D Eğer bir şekilde blogumu 1 senedir takip edebiliyorsanız, geciktiği için üzgünüm ama işte gelinlik fotoğrafları aşağıda :D

Not: İçinde benim de olduğum fotoğraflar bekliyorsanız, internette kendimi bu kadar kamulaştırmaya halen ısınamadığımı beyan etmek isterim :)



Bu arka kısmı



Bu arkadan biraz detay


Arkada ufak bir kuyruk vardı



Ön taraf



Vee kese olayından hoşlanmadığımı söylemediğim halde -bridezilla olmamak adına - terzimin bana diktiği zarif çanta, ayrıca takı ruj herşeyi içine alabildi, ilgilenenlere tavsiye ederim

Geçenlerde Miço ile şöyle ortalığı sallayacak bir çekim yapalım dedik. Hazırlandık, tüylerimizi tarattır-ma-dık, penguenle yatağa atladık. Penguenleyken çekimimiz daha bir rahat oluyor, atlamalar hoplamalar ısırmalar derken, havaya giriveriyoruz.

İşte Miço'nun en sevdiği dekoltesi gerdanı ve bebekliğinden beri kendisine kankalık etmiş olan Penguen'i ile şuh bir poz!



Bu kadar olur :)


Not: Bu güzel fenerle evimi şenlendirdiği için sevgili arkadaşım E'e teşekkürü bir borç bilirim efem :)

Not2: Bloga eklediğim fotoğraflarımın kadrajının bile bozuk olduğunun farkındayım. Aslına bakarsanız, mükemmel olmayan fotoğraflarıma bayıldığımı da söyleyebilirim...


Kedi sen istemesen de tezgaha çıkmayı sürdürebilir..
Evdeki misafirlikler hiç bitmeyecek gibi gelebilir...
Akşamları eve dönüş yolu hiç geçmeyecek gibi görünebilir...
Pilatesten kaytarmak bazen her şeyden tatlı olabilir...
Almak için uzun aylar düşündüğünüz fotoğraf makinasını keşfetmek için motivasyon bir türlü gelmeyebilir...
Sabah erken kalkmalar bir türlü bitmeyebilir...
Arzuladığın gibi bir terfi ufukta hiç olmayabilir...
Çocuk yapmak çok korkutucu görünebilir...
Tayland tatilinin planı kendi kendine bir türlü oluşmayabilir...
Eve koşturarak geldiğinde yemek kendiliğinden pişmeyebilir...
İstediğin gibi bir proje çeşitliliği hayal olabilir...

Üzerine şöyle bir köpüklü kahve içmeye ne dersin? Ohh.

Greenpeace'in bu kampanyasından haberiniz olmuştur. Biliyorsunuz, denizlerimizdeki balıklar pek çok farklı sebepten tükeniyor. Greenpeace bu kampanya ile Tarım Bakanlığı'nın yavru balık satışını engellemesini ve yasal balık boylarını bilimsel bir standarda oturmasını istiyor. Evet, konu tabağımızdaki ağlarımızdaki balığa gelince, boyu önemli!


Bir haftadır myspace.com' un ana sayfasını açtığımda arkadaşımla göz göze geliyorum. Çok havalı değil mi.. Kesinlikle.

Onor Bumbum'un yeni çıkacak albümü için geri sayım başladı. İlk klibi hazır, sanal ortamlarda izlenebiliyor. Şarkıların albüm versiyonları web sayfasında var ve kısa kısa dinlenebiliyor. Bir tık'layıp fikir edinmenizi tavsiye ederim. Yeni şeylere açık olmalı insan değil mi... En azından kendisi ile yaklaşık 5 sene kadar önce tanıştığımda ben öyle yapıyordum.

Çoğu şarkısını arkadaş-takipçi kategoryasından biliyor olsam da, beni şaşırtan versiyonlar oldu bu albümde. Ayrıca yepyeni güpgüzel şarkılar yazmış Onur. Örneğin; Aynı Yollar, 4 nolu parça, repeat'e alıp saatlerce araba kullanırken dinleyebilirim. Lütfen girmişken o şarkıya da kısacık bir göz atın.

Bu güzel parçaları gene gözümüzün içine baka baka, macbook'una basa basa canlı söyleyeceği günleri iple çekiyorum. Bir tarih karmaşası sebebiyle tanıtım konserini kaçırdım. Sonraki konserde bir sürü dinleyici Onur'a ezbere eşlik eder diye kıskanmıyor da değilim. Az bilinen güzel şeyleri paylaşmaktan hoşlanmıyor insan... Ama artık yuvadan uçma zamanı geldi. Apartman dairesinden bozma ilginç mekanlarda verilen tadımlık konserler yerini, elektronik müziğin canlı enstrümanlarla yeniden keşfine bırakacak...

Hava dışarda buz gibiyken sizi bambaşka dünyalara ve ruh hallerine sürükleyecek bir müziğe umarım hazırsınızdır. Herkese iyi haftalar...



Aylar önce gittiğimiz Cihangir kızlar gezmesinden... Hatta üzerinden ne kadar geçtiğini öğrenmek için yarın sabah kızlara sormam gerek. Hisar'daki Nar'da... Ehem... Bir keyif sabahı olması dileğiyle yatağa ışınlanıyorum... Pankek ve iyi pişmiş jambonla günah dolu bir kahvaltı olmasını umuyorum. Sessiz blogum için üzgünüm, yakında dönerim. Sevgiler.

İzleyiciler