Günaydın ve mutlu Cumalar hepinize.. Bu aralar gündem etlerimi burum burum ettiğinden gündem dışı konular yazarak arada nefes almaya çalışıyorum, ama tabii bütün bu olan bitenleri düşününce bir salak gibi göründüğümün farkındayım.

Size bu cici şeyi göstermek istedim sabah sabah. Evimde laptoptan müzik dinlemekten gına geldiği için buldum onu. Üzerine iPhone takıp şarj ederken, iPhone'dan radyo olsun mp3 olsun herşeyi dinleyebiliyorsunuz. Dün akşam satıcı çocuğun 'Acele etmeyin isterseniz, biraz araştırın' uyarılarına rağmen gittim aldım. Ve eve gelip kurduktan sonra ne kadar yanlış bir karar verdiğimi anladım: Bu bebeğin kumandası yok. Uzaktan örneğin tv setinin üzerinden size gülümsüyor ve 'kalk radyo kanalını değiştir' diyor. Bu ne saçma iştir!!!

Eh paketi açıp seti kurduğum için iade almayabilirler. O zaman da resmen akılsız başın cezasını ayaklar çeker durumuna düşerim. Alırlarsa eğer, bu bebeğin aşağıda görülen abisine geçmek niyetindeyim.

Peki fark nedir? Bluetooooooth. Cihazın üzerine iPhone'u takmadan kullanabiliyorsunuz, hatta bilgisayara da bağlamanıza gerek yok. Ses gene de geliyor. İşin içinde olmasam ne acaip şey derdim :P

Bu arada meraklısına, cihazların ikisini de dükkanda ve birini evde denedim; minicik boylarına rağmen bayağı iyi ses veriyorlar. Yüksek sesleri çok denemedim ama öyle tizleşecek gibi durmuyor.

Bakalım bu Fidelio brothers ile olan maceramızda kim evdeki o güzel yeri kazanacak... İyi cumalar tekrardan :)

Herkese günaydın! Havaların bozduğu bugün için işte size bir sabah neşesi...

Rehber arkadaşım Kat, yazın Avrupa'da tur yaptığı yerlerde havanın berbat olmasından bıkmış ve yeni mevsim tablosunu açıklamış, aynen veriyorum : "The new 4 seasons : Spring, Asshole, Autumn, Winter"

Hahah bayıldım doğrusu! :)
Evet, veterinere gitmeye karar verdiğimiz gün Miço'nun yumrusu kendiliğinden inmeye başladı. Tatlı düşünceli oğlumuz, veterinere o kadar para vermeye gerek yok, beni de yok kutuya koy, yok arabaya bindir, strese sokmayın, hiiiç uğraştırmayın dedi resmen. Kendi kendine halletti... Muhtemelen yumru da son seferde aşı yapılırken çok kıpırdandığı için başımıza geldi.

Bu arada ilk kez iPhone'dan post yazıyorum. 2 hafta önce eski telefonum ki o kadar da eski değildi iyice sapıtınca eşimin ısrarlarına ve instagram denen uygulamanın hoşluğuna dayanamayıp gidip bir iPhone aldım. O günden beridir de evdeki bilgisayarı bir kez açtım. Şu an sizlere O2 karayolunun Levent Viyadüğü mevkiinden sesleniyorum örneğin :)

Sevgiler, saygılar efem :)

Tepe Not: Son birkaç gündür tam bir b*tch & drama queen gibi davranıp hayatı bize çekilmez kıldığımı düşündüğümden, uzun zaman önce yazdığım ancak post etmediğim bu yazıyı yayımlıyorum. Evrene pozitif mesajlar göndererek pozitifin bize geri dönmesini bekliyorum. Aslında herşey pozitif ya; ufak tefek şeylere takılarak mesela haline getiren de benim... Bu aralar... Aşkım.

Asıl post:

Dalyan'da rüya gibi iki gün yaşamıştık... Rüya gibi, evet çok iyi hatırlıyorum, o zamanlarda da bu kelimeyi kullanmıştım. İstanbul'da görüşmek üzere ayrılmıştık, sen turlarına gitmiştin, ben evime. Ekimdi zaten yanılmıyorsam tanıştığımızda, o yaz 6 Ekim'de İztuzu plajında denize girebildiğimi ve plajdayken hayatımda ilk kez beni bir arının soktuğunu çok iyi hatırlıyorum. Yani çok geçmemiştir, kayıt döneminde İstanbul'a dönmüş olmam.

Hepimiz İstanbul'da Anıl'da toplanmıştık, ben mecburiyetten, çünkü okulu tek dersten tam 1 yıl uzatınca yurda kabul etmiyorlardı beni, zaten yazın yurttan ayrılırken de geri dönmemek üzere ayrılmıştım, süren doldu demişlerdi... Ah Anıl'daki bu zorunlu kalışlarım için ona ne minnettarım, ama; şimdi konu bu değil.

Tam bir randevulaşma değildi bu, çünkü kendimi tehlikeye atmayı pek de sevmem, teketek randevu yerine grupların kaynaşması her zaman daha garanti gelir bana, korkak ben. "Biz Nevizade civarlarında olacağız, seninle de orada görüşürüz" gibi birşeyler söylemiş olmalıyım, çünkü rahat edemezsem arkadaşların yanına kaçarım diye düşünmüşümdür kesin. Sen tabi bütün o rahatlığın ve cool'luğun ile orada başka arkadaşlarınla takılıyor olacağını söylemiştin bana, görüşürdük, yani bu bir plandı.

Evde kızlar hazırlanıyoruz, bir yandan radyoyu açmışız eksen'dir muhtemelen, Cumartesi gecesi iyi çalardı, bir yandan içki içiyoruz, bir yandan sigara içenler var ve hiç bitmeyen dert: ne giyilecek. Evde birbirinin üzerinden atlayacak kadar çok kız var gibi hatırlıyorum, ama toplasan 4-5 kişiyizdir. Közde bana mor bir bluzunu verdi ve gerçekten çok güzel oldu. Altına kotumu ve converse'imi giydim ama hava serin tabii, üzerine de annemin, ananem hastanedeyken moralim düzelir diye almam için gaz verdiği ve muhtemelen çok da fazla olmayan parasından ayırdığı siyah kadife Mango ceketimi. Bir de yine ananemle hastanede kalırken oyalanmak için aldığım pullardan yaptığım derin ama depderin mor bir kolye, boynuma sıkıca sarılmış.

Herkesin bir derdi vardı o akşam hatırlıyorum, kimi sevgilisiyle dertli, kimi piyasa yapmak için çıkıyor, kimi de alkolde kendini unutmak istiyor. İçim kıpır kıpır allahım, ölüyorum seni görmek için ve Dalyan'dan sonra düzgün bir sohbet edebilmek için. Sonuçta şehre döndük ve ayakların bir miktar daha yere basıyor olması gerekiyor ama benimkiler birbirine dolanıyor ve ne mümkün yere basmıyorlar.

Nevizade'ye geliyorum, yanılmıyorsam Akdeniz'in önünde 3-4 arkadaşınla içiyordun. Herhalde aramışımdır gelmeden, çünkü kızların Gizli Bahçe'ye girmelerinden önce seni görmem gerekir, ki üzerindeki "Grupla birlikteyim" etkimi kaybetmeyeyim heheh. Kızlar sokağın ortasında dikilir ve o yaşın verdiği pırıltıyla tüm sokağın ilgisini çekerken seni buldum orada, emin değilim içkini bitirmiş miydin, muhabbetin ortası mıydı, veda ettin ve kalktın benimle geldin. Koca bir grup olarak Gizli Bahçe'ye girdik, biz diğerlerinden belki biraz ayrı.

Sen herhalde barda oturmuştun, biz de kızlarla ayakta ama tam hatırlamıyorum, öyle mutlu olmuş olmalıyım ki seni gördüğüme o aralar hep kayık. Katlar arası yer aramış olabiliriz, çünkü normalde hiç takılmadığım bir katta seninle oturduğumuz bir fotoğraf var beynimde, muhtemelen kalabalık sana basmıştır ve dansedenler, ben de yalnız kalmak için fırsat bu fırsattır diyerek kaçış teklifine uymuş olabilirim.

Çok naziktin hep, belimden hafifçe tutmalar, yer bulunca oturtmalar, yorulmamam için beni düşünmeler. Daha önce hiç içmediğim kokteyller ısmarladın bana bütün gece, ki ben sen içirmesen yine de çok içerdim ama öğrenci hali işte bira falan. Sen bir yaz boyunca aralıksız yoğun çalışmış bir rehber olarak tabii ki benden iyi durumdaydın ve cömertliğe bayılıyordun, her zamanki gibi :) Evet üst kattaki barda oturduk bir süre, ben dansetmek isteyince kalkıp iki sallanıyordum ama senden pek uzak kalamıyor hemen yanına dönüyordum.

Sonra kızları aramak istedim belki, emin değilim yine, nasıl oldu ama o metal merdivenlerin altında arka tarafa bakan bir minder bulduk. Herhalde kızlara merhaba dedim ve sonra orayı bulduk. Bütün gece konuştuk diyemeyeceğim, pek konuşmazdın ve bu halin beni deli ediyordu, meraktan ölüyordum. Müzik de yüksekti. Merdivenlerin orada daha bir sakin konuştuk ama istiyordum ki sürekli beni öv ve sürekli iltifat et alıştığım gibi, ama sen bunu yapmıyordun ve ben kendimi sana beğendirmek için allah bilir ne saçmalıklar anlatıyordum.

Bir ara elimi tuttun, öptün ve kokladın. Ve hafifçe güldün. Sordum, yok birşey dedin. Elimi koklayınca anladım elimin akşam üzeri sanki gece çıkacak olan bizler değilmiş gibi soğanlı bir haltlar pişirirken koktuğunu ve elimden de bu lanet kokunun halen çıkmadığını anladım. Başımdan aşağı kaynar sular indi. Mutfağa da ilk kez gireli topu topu 5-6 ay olmuş, elimin kokabileceğini düşünmemişim, işe bak, delilik bu. Sen yine güldün ve "Ben severim ama böyle" dedin. Sonra bana sarıldın. Çok sonra öğrendim senin nasıl güzel yemek yapabildiğini ve yemek yapan kadınlara bakışındaki pırıltıyı.

Gece iyice bulanıklaşırken kızların birer birer toparlandığını hatırlıyorum ama hayır, daha bitmemişti. Buradan Yeni Melek'e geçilecek. Tuhaf Yeni Melek günleri. Bir an Chemical Brothers çalarken bir anda Yeni Melek Düğün Salonu'na dönüşebilen acayip bir yerdi orası. Gittik Yeni Melek'e ama, saat 2 ya da 3'ü bulmuş olmalı. Zaten 4'te tüm mekanlar kapanırdı Taksim'de o zamanlar, ama şimdi nasıldır bilemiyorum.

Yeni Melek'te tepindik kızlarla ama sen pek dansetmiyor, kenarda içkine devam ediyordun ve açık kahve fermuarlı hırkan ile enfes fitilli kadife pantalonundan ve beline kadar uzanan kıvırcık arkada topladığın saçlarından ve orada öyle duruşundan ben hiç uzak kalamıyordum. Beni öpüyordun ve tadı inanılmazdı, bırakamıyordum. Sana sarılıp öyle hiç bırakmadan durmak istiyordum, kokuna bayılıyordum.

Sonra Yeni Melek kapanıştan önce yaptığı gibi yine tüm programa aykırı bir şarkı çalmaya başladı; Tanju Okan'dan Kadınım... İşte sen orada bir miktar tepki verdin, bilmiyordum Tanju Okan'ı bu kadar sevdiğini, bana sarıldın ve öylece kaldın. Sonra ben şaşırdım ve sen kendi dünyana daldın, biliyordum kadınım derken belki beni kastetmediğini ama mutluydum o an benim yanımda olup önceki kadınların hatıralarını benimle örtüşünü ve benim yanımda oluşunu, onların değil. Mutluydum. Her kimse senin yanında olmayan o kadın, kadınlar, aptaldır dedim; ve olası anılarınız beni dalga dalga kıskançlık olarak sardı, sonra bir öpüşünle hepsi yokoldu... Uçup gitti.

Dip Not: Ben seni çok seviyorum ya... Hani anlatılmaz yaşanır denir ya, öyle. Hala sana evin içinde rastlayınca seviniyorum. Seni arkadan farkettirmeden izlerken içim içime sığmıyor. Film izlerken beni öpünce "off beni beğendi" diye bir gurur duyuyorum ki kendimle... Sana sarılmak, seninle uyanmak. Eriyorum aşkım. Bazen unutulmuş bir rol çıkar gelir yapışır ya insanın üzerine. Hortlar ya da. İşte ben ufak tefek şeylere çemkirirken ve o rol hortlayıp beni bulmuşken, ve ezberlemiş gibi o sözleri söyler ama ağzımdan çıkanlara inanamazken ve konuya yeni bir bakış açısı getiremezken kesinlikle, bir trafik kazasını izler gibi izliyorum olanları... Ve bir de sen üzerine çok alttan alan, çok sakince bir cevap verince; ah işte o zaman hissettiğim suçluluk çok çok fazla...



Seni çok seviyorum ben. Bilesin.

İzleyiciler