Koridorda lütfen geri geri bakarak -yani önünüze bakmadan - yürümeyin. Kendimi ilkokul koridorunda gibi hissettiriyorsunuz, gösterişli bir banka binasında gibi değil. Sonra size küstahlık yapmak zorunda kalıyorum.

Lütfen temiz olun. Tuvaletten çıkınca ellerinizi yıkayın (yapmayan var), sifonu çekin (yapmayan var), kağıtları oraya buraya fırlatmayın. Gördüğüm en felaket tuvalet kullanıcıları sizlersiniz. Dışarı verdiğiniz süslü, bakımlı ya da yaşına göre oturmuş kadın havalarınıza gülüyorum, ama acıyla.

Dekolteyi lütfen abartmayın. Su sebiline eğildiğinizde arkadan çamaşırınızı izlemek zorunda değiliz.

Lütfen içinizi gösteren giysileri giyerken bir aynaya bakın allahaşkına. Ya da belki zaten bakıp çıkıyorsunuz, bilemiyorum.

Beyaz pantalon içine giyilecekler/ giyilmeyecekler konusunda birşey yazmama gerek yok zannederdim ama... Neyse.

Topukları ama özellikle de dolgu tabanları abartmayın. Dün bir sirk cambazı gibi bacağını sırayla diğerinin önüne atanınızı gördüm ki bende de 11.5 cm topuk vardı. Yani topuğa karşı olduğumdan falan değil.

Lütfen sıralara biraz daha saygı gösterin. Birbirinize omuz atmayın.

Ofis binasında yüksek sesle (çığlık çığlığa) gülmeyin rica ediyorum. Yüksek derken ... Koca binanın ön tarafından da aynı, arka tarafından da aynı şekilde sesi duyulabilen kadın var. Kendisini herkes tanıyor. O mesela az ses çıkarsın, diğerleri dilediği gibi gülebilir.

Biraz daha iyi davranın birbirinize yahu. Şu iğrenç şehirde yaşamak zaten zor, eğitimli steril bir ortama geldiğimi zannedip tam kendimi salıcam derken, omuz yemeler, pis tuvaletler, bağrış çağrış acayip irrite oluyorum. Ulan!
Babaannem vefat etmiş olamaz. Hayır, o ölmüş olamaz. Yani olabilir tabii, bayağı yaşlı bir insandı. Ama o olamaz. Şimdi evinde, güzel güneşli bir akşam üzerinde, pencere kenarında oturuyor olmalı. Ya da arka balkonunda. Belki arka balkona kadar zar zor yürümüştür. Bastonuna tutuna tutuna. Telefonla arasam şimdi, yetişemez. Uzun uzun çaldırmak gerekir. Ama duyar. Gelir.

Evinde sessiz, bir kuş gibi, oturuyor olmalı. Yılların yalnızlığı ile. Ama kabristandaki kişi o olamaz. İkisi tamamen farklı varlıklar, asla kafamda birleşmiyorlar. Kabristandaki kişiye de çok ağladım, çok dua ettim, onu da sevdim, saygı duydum. Ama babaannem evindeydi o sırada, bizi bekliyordu. Bekletmemek lazımdı.

Hep oradaydı o. Hep uzun akşam üzeri ışıkları evine süzülürken orada. Bazen mutfakta, bazen salonda çayını karıştırırken, çorabını çekiştirirken, 'yelek giiiiy' derken. Hep vardı. Mantı sıkarken, gülerken, pazara giderken, masaya yaslanırken, 'hadi ör örgünü' derken... Aksi na-mümkün. Her existence can not be undone.

Bilal Bey olsa 'çalışmak' derdi buna. 'Çalışmak' için hep tuhaf zamanlar seçiyor zihnim. Bugünkü muhteşem sabah ve öğleden sonrayı seçmesi gibi. Her banyo yapışımda çalışması gibi... Banyolar tuhaflaştı. Hep ağlayarak çıkıyorum. Adı 'banyo' olan oda, benim için gitgide depresif bir yer halini almaya başlayabilir.

İnsan kedisine bakarken iki büyük annesini de nasıl anımsayabilir. Bunu tuhaf bulup beni dışlamayın, internet camiası ve sevgili kuzenlerim. Ama Miço'nun camdan usul usul bakması yok mu... Garip evrensel bir durum var o halinde... Anlatmayı beceremem ki.

Durumu yok saymak nereye kadar işi götürürse oraya kadar gideceğim. Bir de ağlamalar var tabii, onlar apansızın geliyorlar.

Not: Yayınlayıp kaldırıp, şimdi tekrar yayınlamayı düşünüp muhtemelen tekrar kaldıracağım bir post bu. Duygularım her gün değişiyor, Kandil gecesi de zor geçti. Blog her zaman benim için terapötik bir alan oldu, ya da hep öyle olmasını istedim, ihtiyaç duydum. Mahremiyet kaygım olmasa her şeyi yazardım, okuması da ilginç olurdu eminim...

Şimdi ilginç birşey yaşamıyorum tabii. Ama bu duyguları nereye nasıl koyayım bulamıyorum. Anlatmak aktarmak azaltmak istiyorum. Yazdıktan 5 dakika sonra, gelmiş geçmiş en ergen en saçma yazıyı yazdığımı hissediyorum. Sonra madem içimde tutayım diyorum, susuyor, duruyor, gene geliyor, beni ters köşe yapıyor.

Belki saçmalamamı umursamaz kimse ha?! Gerçi anlatmakla biter mi o da belli değil bişe.

İzleyiciler