Yazmamak Bazen Yazmak Gibi...

/
0 Comments


Yazmayalı 1 ay olmuş hakkaten. Sevgili arkadaşım E. beni uyarınca farkettim. Tik tak ilerleyen bir sayaç da vardı kafamda ama, susturuyordum.

Aslında zihnimde buraya sürekli yazıyorum. Derleyip toparlamadan öylece kafamın içinde bırakmak öyle kolay oluyor ki. Düşünceler uçuyor, kelimeler en rahat halleriyle çıkıyor. Konular da sürüsüyle, kimi hoş kimi sıkıcı, kimi de yine ölümcül sansürüme uğrayacak şekilde kişisel... Birileri blogspot'u hacklese harbiden canım sıkılır. Şaka şaka, o yazıları içerde bırakmıyorum tabii ki. Nihah...

Zihin akışı şeklinde yazdığım için kusura bakmayın, yatağa koşup uyumak(?) hayır tabii ki okumak için can atıyorum: Steinbeck, Cennetin Doğusu... Şu an bu kitabı övmeye başlarsam yazıyı bitiremem, o yüzden hiç girmeyeceğim. Artık en sevdiğim kitaplar sıralaması yapmayı da bıraktım çünkü aklımda tutamıyorum böyle şeyleri. Listelemek de ne bileyim... Çocukça geliyor. Ama bu kitabı görülesi bir rafta bırakıp tekrar tekrar elime alacağımı düşünüyorum. Bir roman için pek sık rastlanır bir son değil, en azından benim okuduğum romanlardansa :)

Artık serviste eve gelmeden çok önce karanlık çöküyor. Bu akşam gözüm çıkasıya okuduktan sonra bıraktım mesela. Yaz boyunca bütün şartlar idealken o kadar okuyamadığıma şimdi hayıflanıyorum. Bu yaz gerçekten okuma namına pek göz alıcı geçmedi.

Yazmaya dönersek, zihnimde dönüp dolanırken pek çok yazının yarısının İngilizce kelimelerden oluşmasına ya ne demeli. Masa başında o dili adam etmeye çalışmak benim için bir işkence. Ki kırparken üzülüyorum. İki dilin birlikte yazılması tabii ki insanlara nahoş geliyor. Aslında sanırım Türkçe gördüğüm eğitimde hep sıkıcılık ve kuralcılıkla karşılaşmam yüzünden oldu bu. İngilizce'yi çok yoğun okuduğum dönemde ise hem yaş itibariyle kendimi dışarıya açıyor hem de bazı kavramları kullanabilir duruma geliyordum, iğneleme vs... Sanırım bu yüzden üniversitede de İngilizce yazdıklarımı hocalar diğer sınıflarında okutmak için toplarlarken, Türkçe yazılarımın yüzüne bakan yoktu. Tabii artık o zamanki gibi yazamam, iki dilde de

Mesela bana kalırsa, bu yazının, yani muhteşem geri dönüş yazımın başlığı kesinlikle şu olmalıydı: "Bushy Legs" Geçen Cumartesi'den beri zihnimde dolanan başlık buydu. Sebebini de kısaca yazayım, sonra ufaktan uzayayım:

Cumartesi günü lazer için gittiğim güzellik merkezinden çıktığımda hava çok çok sıcak olmasına rağmen, caddede herkesin pantolon giydiğini gördüm. Hem de kot. Öyle bir havada benim için na mümkün bir durum. Belki özlemişlerdir, yeni almışlardır da özenip giymişlerdir gibi saf birkaç düşünceden sonra, kafamda şu ses yankılandı: Bushy Legs.... Ve gülümsedim. Gerçek belki öyle olmasa da, herkesin tatil sonrası kendini saldığı, bakımları aksattığı bir döneme girdiğimiz hissine kapıldım. Kotlu kızlar gördükçe de caddede, içimde küçük bir çocuk pantalonlu kişiyi gösteriyor ve bağırarak zıplıyor bir yandan da "bushy legs, bushy legs" diye bağırıyordu... Çok eğlendim. Kendi kendime :)

Evet bu yazının bir konusu yoktu. Isınma turları diyelim. Kıllar, kitaplar, serviste hemen kararan hava, iki dilde yazabildiğini sanacak kadar aptal olmak. Toplasan bir satır etmez. Dinlediğiniz için teşekkür ederim, bilinç akışımı.

Not: Fotoğraf eşimin okunacaklar yığınından. İştah kabartıcı değil mi :)


You may also like

Hiç yorum yok:

İzleyiciler