Pazar sabahı 7'de alarmım çaldı. Her gün 7'ye kurulu zaten. Hala.
Karantinaya girerken nasılsa birkaç hafta sürer, uyku düzenim bozulmasın diye ayarlamıştım. Sonra saat 7'de kalkarım, belki koşarım diye bozmadım. Sonra saat 7'de kalkarım, belki iş yaparım diye bozmadım. Hiç kalkamadım saat 7'de ben.

Ama saat 7.30 gibi B. uyanınca, hadi kalk yürüyelim madem dedim. İşin tuhafı, her sorduğumda çıkmayacağım diye kazan kaldıran çocuk, hemen kabul etti. Artık o kadar az çıkarabiliyorum ki. Aslında tabii, tüm ülkede çocuklara sokağa çıkmak yasak. Ama böyle anlatmadık tabii kendisine çünkü sitede çıkarıyorduk kısa kısa çocukları. Sonra ben bi motivasyonumu kaybettim. Kalabalık ve maskesiz olmaları, her seferinde babasının dırdır başımın etini yemesi, her seferinde yok elini yıka, yok yüzüne dokunma... Bi bıraktım ve çocuk 7-8 gün falan çıkmadı belki. Yazık.

Neyse 7.40'ta çıktık dışarı. Sabah, hava tazecik, günlerdir bacaklarımızı açmamışız, güneş bir kenardan, serin gün başka bir yandan. Üçüncü adımında kuzucum "Anne bunu her gün yapmalıyız" dedi... Kuş seslerine şaşırdı. Scooter'ını sürüyordu, bıraktı "Ben biraz yürümek istiyorum" dedi. Ne kadar tuhaf, ne kadar kısıtlayıcı olduğunu o böyle dedikçe anladım ben. Karantinadaki her günü hafta sonu günü doğallığında, evdeymişçesine yaşamam, ara ara derin sarsılmam... Bu benim başetme yöntemim. O, farkında ve etkisini de hissediyor.

İki tur attık, güvenlik geldi. Bizi içeri soktu. 23 Nisan'la birleştirilen ve 5 güne çıkarılan karantinada, ilk kez bizim sitede de çok sert uyarılar yapıldı. Millet çocuklarını aşağı salıyordu, topluca geziyorlardı falan. Yetişkinler yürürdü, bu sefer onlara bile sert girişmişler. Neyse bizi de erkenden içeri soktular. Çocuğum da "Bir tur daha yürürüz gireriz" dedi uyarı aldıktan sonra ama artık girelim deyince sesi çıkmadı.

Evde saatlerce çok huzurlu oynadı sonra. Kendi kendine, bebekleriyle. Sanki günlerce evden uzağa gitmişiz gibi. Akşam yatırırken de dedim ki, "Yarın sabah uyanamazsam, lütfen beni uyandır da yürüyelim." Ondan hiç beklemiyordum ama, aynını bana söyledi :) Koca bir kız gibi... "Ne yani, şimdi biz yürüyüş arkadaşı mı olduk" dedim... Karanlıkta ses etmedi.

Bir sürü işim, kafamda dönen yapmak istediklerim ve yapamayışlarım. Bunlara da başka bir yazı...

Photo by Sharon McCutcheon on Unsplash


Geçen Cuma akşamı kardeşim geldi bize. O da kendi evinde yalnız başına karantinadaydı. Ufak bir risk olarak, 3 günde bir ofise gidiyor. Ama ofiste ilk günlerde, yönetimin umursamadığı zamanlarda pozitif çalışanlar çıkınca, önlemleri çok sıkılaştırmışlar. O bakımdan çok da kafayı takmadım. Ayrıca tek başına ve iyice insanlardan izole olması canımı sıkıyordu.

Bana aylardır dokunan ilk insan oldu, kızım dışında. Bir fena oldum. Gitmesini hiç de istemiyorum. Konuşacak, dertleşecek bir can. Evet eşim evde, evin içinde.

Kızımın doğumgünüydü dün. Tam 6 yaşında artık. Büyük doğumgünlerini sevmem ama geçen sene gerekmişti: En yakın arkadaşı caddenin göbeğinde bir parti evinde doğumgünü yapınca, mecbur biz de sitede bir palyaço abi ayarlamıştık. Daha ekonomik olmuştu ama organizasyonu zordu.

Kargolar parça pinçik eve vardığı için, bir türlü çocuğa Pazar günü doğumgünün diyemedim. Ne yetişecek, ne yetişmeyecek belli değil. İsterdim ki önden bir heyecanını yaşasın. Sonra birden Cumartesi günü -Evet hafta sonu sıkı karantina varken- paketler falan ulaştı. Dedik yapalım bari. Bir mum yetişmedi. Onu da komşudan istedim.

Cumartesi gecesi 50 tl'ye aldığım balon zincirini kurduk. Ve kız uykusundan kalkıp geldi bizi salonda bastı hazırlarken. Haydaaa. Neyse hazır pasta tabanıyla kolay bir pasta yaptım, zar zor bulduğum çileklerle. Bu aralar pazara gitmediğimiz için en çok meyve sebzeye ulaşımımız zor, market çoğu siparişi tedarik edemiyor. Ya da yetmiyor.

Hediye paket kağıdı da yoktu, IKEA'nın resim kağıdı rulosunu kullandım. Güzel oldu yani.

Tanıdıklarımıza da bir zoom linki attım, becerip gelebilen geldi. 10 kişi falan vardı. Yeterli bence. Birkaç çocuk aynı anda konuşmaya başlayınca kakafoniye döndü ortam, hızla bitirdik.

Karantina altında anneliğimin de 6. senesi doldu. Bir paskalya bayramı daha, bu sefer baharı koklayamadan geçti. Her sene Beyaz Fırın'dan kızımın doğumgünü anısına aldığım paskalya tavşanını bu sene alamadım.

Not: Bugün bir de Gazete Duvar'da bu süreçte evde çalışmak, anne olmak, ev işlerinin paylaşılamayan yükü üzerine bir röportajım yayımlandı.

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/04/19/nasil-olayim-deliriyorum-tabii-ki/

Photo by Adi Goldstein on Unsplash
Photo by Kelly Sikkema on Unsplash

Blog yazmaya dönmek için, çocuk doğurmaktan sonra olağanüstü bir başka olay yaşamam gerekiyormuş. Kısa kısa yazacağım artık, çünkü hem sosyal medya tecrübesi insan canlısını uzun okuyamaz kıldı. Hem de böyle daha fazla yazabileceğime inanıyorum.

35 gündür, çok zorunlu bazı işler dışında evden çıkmadım. Toplasak 5 saat dışarda kalmamışımdır. Çok garip, hissettiklerim de öyle. Yavaş yavaş, yazarak ortaya çıkabileceğine inanıyorum. Çünkü, yazmak iyidir.

Dün kızım B. çok ilginç bir şey yaptı: A4 kağıttan kendisine bir arkadaş kesip yapıştırmaya başladı. B. bu Pazar 6. yaşına girecek. Yalnızlıktan ve izolasyondan kendisine bir kağıt çocuk yaptı. Onca da bebeği var, neden yaptı anlamadım.

Öğlen sitede kısa bir yürüyüşe çıkardım onu. Güneşliydi hava ve sıcak. Evde durdukça her yanının ağrıdığından şüpheleniyorum. Dışardayken bana, "Anne hava tam Şile'lik..." dedi. Bu bizim, hafta sonları, yaz da çok tepede değilkenki etkinliğimizdir. Bu cümle güneşi, kumu, bize birayı, onlara patates kızartması yemeyi, yüzemeden suyla tepişmeyi, sıcak bira içip içip hiç ısıtılmamış suyla açık duşlarda dondurucu bir duş almayı, onların da üzerinden kenarda ısıttığımız 5 litrelik suları döküvermeyi, akşamına da gün batımına karşı rakı meze yapmayı tanımlar. Özledik çok...

Dün gece de yatarken babasına, "Gün batımını izlemeyi özledim" demiş.

6 yaşında çocuklar melankolik oldu...

Photo by Kelly Sikkema on Unsplash

İzleyiciler